top of page
Ara

İSMİ LAZIM DEĞİL, ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜ, 2022

  • Yazarın fotoğrafı: yagmurcakann
    yagmurcakann
  • 5 Kas 2022
  • 3 dakikada okunur


2017'de köşkte düzenlenen ilk sergi, 'Kapı Çalana Açılır' , hatırlayanlar bilir ya da bilenler hatırlayacaktır, baya 'olaylı' olmuştu. Belki bu popülerliğin etkisiyle -reklamın iyisi kötüsü olmaz sonuçta- 2019'daki 'İçimizdeki Çocuk' sergisi çok daha kapsamlı gelmişti gözüme. Kendi çıtalarını kendileri yükselttikleri için 'İsmi Lazım Değil' sergisine beklenti yüklü olarak gittim; fakat kişisel olarak ben, beklediğimi bulamadım.

















2021 yılında olması planlanan İstanbul Bienali, araya koronavirüs girince ancak bu sene yapılabildi. Bu sene bienalin genel atmosferi ve seçilen temanın 'Bırak dağınık kalsın.' havasında oluşu, sanki bienale paralel düzenlenen bu sergiye de işlemiş gibi hissettim.


'İsmi Lazım Değil' sergisi odağına 'bilinmez'i almış. İnsan bilmediğinden neden korkar? Korkuyu cisimleştirmek ve görünür kılmak bizim için daha mı iyidir yoksa daha mı kötü? Bizans İmparatorluğu'nda korkuyu anlatmak için sıklıkla tekrarlanan 'yılan-göz-taş' motifleri serginin ana imgelerini oluşturuyor.


Sergi ücretsiz olduğu için önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da girişte uzun kuyruklar bekleyebilir-siniz. Biz hafta için saat 17.00'de ordaydık, hiç sıra beklemeden girdik. Sergi 19.00'a kadar açık; gezmek için yeterince vaktimiz oldu. Sadece fotoğraf çekmek için uğrayan çok fazla insan da var. Özellikle bahçedeki eserlerin bir kısmına, fotoğraf çekilenlerden yeterince yaklaşamadım.




Bahçedeki eserler arasında en beğendiğim: konteynır içine sıkışmış bir gergadanı andıran Lı Huı'nın 'Gerçeğe Ulaşmak için Mücadele' adlı eseri oldu. Bu eser, diğerlerinden daha izole duruyordu. Hem eserin anlatım diline uyuyor, hem de size rahatça incelemeniz için fırsat veriyordu.










Hera Büyüktaşçıyan'ın 'Pneuma' eseri evin içinden geçip gidiyormuş gibi bir hava verse de bir önceki serginin zürafa yerleştirmesiyle kıyaslayınca aynı tadı bulamıyorsunuz.



Marc Quınn'ın 'Arzunun Tarihöncesi' isimli beyaz ve devasa antoryum yaprağı heykeli çok ilgimi çekti; ışıklandırması da nefisti.


Serginin bana kazandırdığı en önemli isim Necla Rüzgar oldu; çalışmaları çok ilgimi çekti ve radarıma girdi. Bahçede yer alan 'Taş Taşı Yumuşatır' çalışmasındaki Medusa başı çok etkileyiciydi.


Serginin girişinde solda sizi Santıssımı'nın 'Göçmenler' dediği aşırı gerçekçi heykelleri karşılıyor. Fakat bu heykellerde bir gariplik seziyorsunuz: gövdeleri yok. Daha az yer kaplamak için hangimiz görünmez olmak ve gövdemizden vazgeçmek istemedik ki? Göçmen olmak, gittiğin her yere ağır gelmek demektir. Bu hafifleme çabası, bana atalarımdan mirastır, iyi tanırım.

Giriş katında daha önceki sergilerden tanıdığım ve tarzını çok sevdiğim Patrıcıa Pıccınnı karşıladı beni. 'Sarılma' isimli heykeli, serginin atmosferini yansıtıyordu. Aynı sanatçının 'Hayvan Yavrusu' isimli eseri farklı bir 'göz' imgesiyle ön plana çıkmıştı. Sergiyi gezerken kızım yeni öğrendiği organlarımızdan gözü görünce 'Göz' demekten kendini alamadı. Çocukların kavrayabildiği sanat, bence en yüce sanattır; çünkü sanatçı ruhumuz hep çocuk kalacaktır.


Giriş katının en ilgi çekici eserlerinden biri de Agus Suwage'in 'Lüks Suçu' adlı eseri bence. Pirinç dolu bir küvetin içinde yatan altından bir iskelet...Belki çok alakasız ama bana yaşlanmaya direnmek için her türlü estetik müdahaleye açık olan insanları hatırlattı. Ölsem de güzel olsun ölümüm; iskeletim altın kaplama olsun.



Taner Ceylan'ın eserleriyle karşılaşınca tanıdık bir yüz görmüş gibi oldum; kendi sergisinin tadı hala damağımdayken burda da 'Umudun Doğuşu' ve 'Nü' resimlerini görmek çok iyi geldi.


Bu salonda Yaşam Şaşmazer'in heykelleri çok etkileyiciydi. İnsan yüzlerinden fışkıran ağaç dalları ve mantarlar... Doğaya karışmamak için ne kadar kibirli davransak da hepimizi aynı sonun beklediğini gösteriyordu adeta.







Hera Büyüktaşçıyan'ın 'Ada' adlı eseri, kilim altı ettiğimiz mevzuları hatırlattı bana ve nedense ilk aklıma gelen 'aile içi şiddet' oldu. Herkesin göreceği şekilde odada kocaman bir yer kaplasa da kimsenin konuşmak istemediği bu ailevi mevzular günlük hayatta da aynı bu şekilde örtbas edilmeye çalışılıyor.


Üst kata çıkan merdivenlerde korku tabloları ve minyatür 'Gülyabani'leri andıran objeler karşılıyor size. Üst katın girişinde yer alan eserleri anlamlandırmakta zorlandım. Yukarı katta rehberli bir anlatıma denk geldim; bu sayede eserleri anlamlandırmam daha kolay oldu. Eserlerin yanında daha fazla bilgilendirici açıklama görmek isterdim.



Murat Akagündüz video çalışmasında, nesli tükenen kuşların gözlerini kullanmış.



Necla Rüzgar da 'Tanrının Kuşları' çalışmasında yerde ölü halde yatan birçok kuşla hem nesli tükenen kuşlara hem de birçok salgın hastalıkta önce kuşların telef olmasına dikkat çekmek istemiş. Bu eser Simurg efsanesini de hatırlattı bana. Necla Rüzgar'ın 'Tuhaflıklar Masası'ndaki işleri yılanlı ayakkabı ve iğneli terlik de çok hoşuma gitti.





Serginin en renkli kısmı bence 'Tuhaflıklar Masası'ydı. Weny Mayer'in 'Camille' isimli bebeksi heykelleri çok gerçekçiydi. Yine bu salonda Canan'ın 'Araf' adlı eserini görmek beni Canan'ın 'Kaf Dağı'nın Ardında' sergisine götürdü. Atmosferler uyumu çok iyiydi.






Türk Gölge Tiyatrosu sanatçılarının Karagöz ve Hacivat'tan esinlenerek oluşturdukları iblis çizimlerini etkileyici buldum. Palyaçolardan neden korkarız hesabı, çocukluk oyuncaklarımızın üzerimizde bıraktığı korkutucu etkiyi hatırlatan kavanoz içindeki mumyalanmış peluş hayvanları yaratıcı buldum.


Son olarak, en beğendim parça balkonda sergilenen Ahmet Doğu İpek'in yerleştirmesi oldu. Ali Lidar'ın Alengirli Şiir'i geldi aklıma: 'İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.' O taşın ağırlığını, göğsümde hissettim.


Serginin amacı üzerimizde bir kasvet bırakarak korkularımızın gerçek yüzünü göstermekse, bunu başardığını söyleyebilirim. Özellikle akşamüstü saatlerde gezmek, korkutuculuk deneyimini arttı-racaktır, tecrübeyle sabit efendim. 'Zahir olmayan,gün gelir zehir olur.' diyerek bitirelim ve korkula-rımızla yüzleşecek cesareti bulmamıza vesile olsun diyelim.


04.11.2022

Yağmur Çakan Susar

Son Yazılar

Hepsini Gör
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER ADASI

Lise yıllarıma denk gelmişti Hatırla Sevgili dizisi; Ahmet ve Yasemin’in aşkını hem hayranlıkla hem de biraz korkuyla izlemiştim....

 
 
 

Kommentarer


You Might Also Like:
bottom of page