top of page
Ara

KIRMIZI KAPLUMBAĞALAR GERÇEKMİŞ

  • Yağmur Çakan
  • 19 Kas 2017
  • 4 dakikada okunur

İlk defa o akşam,onu öpmüştü. Normal bir insan gibi değil,bir sevgili gibi. Kalbi güm güm atıyordu kadının,sanki sesini duymuş gibiydi adam. “Bu kadar korkmana gerek yok,sadece sarılıcaz ve film izliycez.” Her şey nasıl bu kadar hızlı gelişmişti? Onun mantığına aykırıydı böylesi. Sevgili olmanın da belli adımları vardı. Önce beraber akşam yemeklerine çıkılacak,sinemada utanılarak el tutulacak, sonra belki onu evine bıraktığı bir akşam o da adamın yanağına bir öpücük bırakacak. Halbuki birden fazla aşka yetecek kadar sevmişti adamı. Sevmesinde kusur yoktu; lakin adam fazla pervasız çıkmıştı. Belki onun mantığına da böylesi uygundu: hiç bir adım atmadan, koşa koşa sarılmak...

Okyanusun ortasına serilen bir paraşüt gibi sakince uzandılar kanepeye ve birbirlerine büzüldüler. Bilgisayar fazla büyük geldi, telefondan izleyelim dedi adam. Kısaları severdi. Kısa filmleri, kısa saçları, kısa aşkları ve kısa ayrılıkları... En büyük imtihanı babasıylaydı. İkisinin de öyleydi. Zaten onları birbi-rine yaklaştıran belki de kıimsenin fark etmediği gözlerindeki bu gölgeydi. Sadece sahip olanların bildiği. Aynaların sırlı yüzleri...

Adamın nefesleri sıcaktı. Kulağında hiç unutamayacağı bir melodi bırakıyordu. Nefesini tane tane ezberliyordu kadın; öyle olması gerekiyordu.Beraber uyuduğu ilk adamdı.

Bir animasyon kısası açmıştı adam. Hiç konuşmamışlardı birbirlerinden önceki hayatlarını;ama altıncı bir his gibi geçmişlerini biliyorlardı. Kim bilir, belki önceki hayatları da yan yana geçmişti? Baba ve kız hakkında bir filmdi. Pembe bir fonda hareket eden siyah çizgiler hatırlıyor kadın. Her sabah işe giden babasını uğurlayan bir kız çocuğu... Filme dair aklında kalanlar bunlardı; zaten ekrana da bakmıyordu. Adamın boynunda onun payına düşen bir küçük beni izliyordu. Yaz akşamının tenhalığında açık pen-cerelerdeki perdeler dans ediyordu. Bütün gün aylak aylak oturmanın kokusu vardı boynunda. Kadın parmaklarını adamın boynunda gezdirmeye başladı. Kafasını hafifçe kaldırdı, adamın kahverengi gözlerinde pembe hareler açıyordu ekrandaki yansımalar ve pembe laleler bırakıyordu gamzelerine bu çapkın sırıtmalar. Sevildiğini bilen insanların iç huzuruyla gülümsüyordu adam. Kadın buruktu, çok sevenin kendisi olduğunu bilmenin burukluğuydu bu.

*

Dişleri birbirine çarpa çarpa yürüyordu sokakta ve gizli buzlanma tehlikesiyle incecikten vals ediyordu kırmızı topuklu ayakkabılarıyla. İmza attığı bir proje daha, banka hesabını dolduran bin liralar daha... İçini ısıtmaya yetmiyordu. Hep aradığı bir şey vardı, çok özlediği bir şey. Belki de çocukluğuydu bu şey.

Eve gitmek istemiyordu. Sokaklarda yürümek yalnız uyuduğu akşamları unutturuyordu ve geciktiriyor-du. Bu soğukta daha fazla yürüyemezdi. Caddenin sol tarafındaki sinemayı fark etti. Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan pasaj içi sinemalarından biriydi. Bu hurdalık içinde salon ne kadar sıcak olabilir dedi. Yüzünü yalayan tipi, içeri girmek kararını ivedileştirdi. Bayır aşağı yürürken kaydı, düş-memek için su borusuna tutundu. Kürkü çamur olmuştu.

Tek bir salon ve tek bir film vardı sinemada. Gişe görevlisi yol sormak için uğradığını düşündü herhalde; bilet almasına ihtimal vermeyen gözlerle baktı ona. Bu tozlu pasaj için fazla temiz bir kürke sahipti; ruhundaki örümcek ağlarını nasıl ördüğünü herkesten iyi saklardı çünkü. Filmin başlamasına on dakika vardı. Sırt çantalarıyla iki öğrenci,beyaz sakallı kitap okuyan bir adamdan başkası yoktu fuayede. Salon da zaten kırk kişiden fazlasını almazdı. Biletler numarasızdı.

Dördüncü sıranın en sağındaki koltuğa oturdu kadın.Önümde kimsenin kafası olmaz umarım dedi içinden. Diğerleri bunu hissetmiş gibi onun arkasında kaldılar. Çıkışa da yakındı burası,film bitince fazla kalmaya gerek yoktu. Film başlayınca, adını bile sormadığını fark etti kadın. Hangi filmler var dediğinde bizde tek bir film var demişti adam. Kaderini kabul etmişti o da. Ama bari animasyon film olmasaydı yahu?

Issız bir adada yalnız uyanan bir adam...Burdan kurtulma planları ve bu planların her seferinde bir kırmızı kaplumbağa tarafından suya düşürülmesi... Adamın nefsine yenik düşmesi ve kırmızı kaplum-bağayı ölüme terk etmesi. Bazen başımıza gelen felaketlerin, daha büyük felaketleri önlediğini fark etmeyiz. Kaplumbağalar deyince lisedeki edebiyat hocasının herkese okuttuğu Fakir Baykurt romanı gelirdi aklına hep. Yine öyle oldu. Ölümleri aynı olsa da renkleri farklıydı bu kaplumbağaların. Filmdeki kaplumbağa kırmızydı. Çocukları kandırın siz, olur mu hiç öyle şey dedi kadın?

Adam, kaplumbağayı çok insafsız bir ölüme terk etmişti. Adam,kadını çok insafsız bir ayrılığa terk etmişti.

Kabuğunun üstünde ters çevrilmiş ve öyle bırakılmış bir kaplumbağa... Ne kadar debelensen de dönememek... Ne kadar sevsen de söyleyememek... Gökyüzünü izleyerek ölümü beklemek.

Bir aşkı ve bir ayrılığı ancak yazarak tüketebiliyordu.

Kaplumbağa öldü; kabuğunun içinden kırmızı saçlı bir kadın doğdu. Adamın yalnızlığına ortak oldu. Issız adadaki hayatı kırmızıya boyandı. İki kişinin paylaştığı yalnızlık değildi; üç kişinin paylaştığı aile olmak demekti. Bir oğulları oldu. Onu beraber büyüttüler;ama oğullarının içindeki gitme isteğine engel olamadılar. Özgür bıraktılar.

Önce kadın öldü; sessizce. Adam cesedin yanına uzandı; sessizce. Ölümü diledi gökyüzüne baka baka. Bir gün ona sarıldığında, yanındaki kadının usulca kaplumbağaya dönüştüğünü göremedi. Bazen başımıza gelen felaketlerin, en büyük mutluluğumuzun habercisi olduğunu bilemeyiz.

Ekran karardı,irili ufaklı yazılar akmaya başladı. Salonun arka tarafından ayak sesleri geldi, kapı gıcır-dayarak açıldı. Kalkmak istemiyordu kadın; gitmek istemiyordu. Kırmızı kaplumbağalar gerçekmiş diyordu içinden,gerçekmiş. Gerçek olanın umut olduğunu biliyordu ama itiraf etmiyordu.

Adeti değildi ama filmin yönetmenini merak etti. İlk uzun metrajlı filmiymiş yönetmenin; daha önceden bir kısa animasyonu varmış sadece. “Fathers and Daughters” ismi; babalar ve kızları... Çok uzak bir yaz akşamını hatırladı. İçi ısındı. Olabilir miydi bu? Mümkün müydü? Yıllardır hatırlamaya çalıştığı film bu olabilir miydi?

Hem babasını hem adamı özlediğinden bir daha izlememişti o filmi. Tekrar aynı mutluluğu yaşaya- mayacağını biliyordu. Bir mutluluk ölçer olsa mesela, hayatındaki en mutlu gün hangisi onu söylese isterdi. Bu filmi izlediği akşam mı babasıyla ilk kez-ve son kez- sinemaya gittiği akşam mı?

*

“Ben seni babamı sevdiğim gibi sevdim.” demişti kadın.

Biliyorum demekle yetinmişti adam.

Hiç bir akşam beraber uyumadılar. O kadar cesur değildi adam. Kırmızı bir kaplumbağadan daha küçüktü yüreği ve kabuğu daha sertti. Evden çıkarken, gitme demedi kadın. Dans eden perdelerin arasından ardında bıraktığı gece gölgelerini saydı. Sokak kapısından çıkar çıkmaz bir sigara yaktı adam. Dumanı üfledi ağır ağır. Kadının pencerede olduğunu biliyordu. Durdu, tereddüt etti ama dönüp arkasına bakmadı. Çok sevenin, çok unutamayacağını biliyordu.

Bir aşkı ve bir ayrılığı ancak boş vererek tüketebiliyordu.

30.07.2017

Bostancı


Son Yazılar

Hepsini Gör

Коментарі


You Might Also Like:
bottom of page