top of page
Ara

FüreyA

  • Yağmur Çakan
  • 9 Oca 2018
  • 3 dakikada okunur

Kader için 'alın yazısı' diyorlar; ama en derin çizgileri avuçlarımızda saklamaz mıyız? Belki de ellerdir kalbin aynası? Ancak dokununca, can üflenir ruha; ancak dokununca madde, dönüşür manaya. Elleriyle yaratan, elleriyle yaşayan bir kadın Füreya... Uzun, zorlu ve bir o kadar anlamlı hayat yolculuğu daha doğduğu anda avuçlarına saklanmıştı ve bütün bir ömrü bunun bilinciyle yaşadı.

1910'da Büyükada'da 'sanatın içine doğmuş' demekle abartmış olmayız. Dayısı yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı, teyzesı ressam Fahrelnissa Zeid ve gravür sanatçısı Aliye Berger; annesi ve babası Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Latife Hanım'ın aile dostları... Nitekim daha 9 yaşındayken Atatürk Samsun'a çıkmadan İstanbul'da tanışırlar ve Atatürk, Füreya'nın defterine “Millete ifa edeceğin vazife mühimdir.Bunu bir an hatrından çıkarma!” yazar.

Lisedeyken keman dersleri alan Füreya üniversite eğitiminde ülkesine yararlı olmak için tıbbiyeye gitmek ister; fakat morga yapılan bir ziyaret sonrası bu işi yapamayacağını anlar. Felsefe eğitimine başlar; fakat bu okulu da babasının rahatsızlığı sebebiyle bırakmak zorunda kalır. 1930'da Bursa'lı çiflik sahibi Selahattin Bey'le evlenir. İlk evliliği sadece iki yıl sürer. 1935'te Mustafa Kemal'in silah arkadaşlarından Kılıç Ali'yle evlenir; 1939'a kadar Ankara'da yaşarlar.

1945'te verem teşhisi aldı ve tedavi için 1947'de İsviçre'ye gitti. Bu zorlu tedavi sürecinde yalnız kalmak kendini tanımasını da sağladı. Sanatoryumdayken önce resim dersleri aldı; sonra teyzeleri-nin gönderdiği malzemelerle seramik çalışmalarına yöneldi. 1950'de Paris' geldi; burdayken litografi (taş baskı) çalışmalarına ağırlık verdi. Paris'te çizdiği desenlerde yoğun siyah gölgeler; İstanbul'a özlem niteliğinde camiler ve Osmanlı dönemi mezar taşları, semazen figürleri dikkat çeker. Belki de bu karamsarlığın sebebi bir türlü geçmeyen verem hastalığıdır.

1951'de Paris'te ilk kişisel sergisini açtı; aynı yıl Türkiye'de Maya Galeri'de de sergi açtı. Türkiye'de çini geleneğini temel alan duvar seramikleri ve folklorik desenleriyle dikkat çekti.

“Anadolu topraklarında geleneği olan üç boyutlu form değildir; duvar çinisidir. Bunun üzerine gitmek gayet tabii ki eski çinileri kopya ederek değil, bugünün anlayışı ile duvar çinisi yapmak istiyordum.”

Füreya her zaman seramiğin evlere dahil olmasını ve günlük yaşamda kullanılmasını savunmuştur. 1957 yılında yaptığı Meksika ziyaretinde gördüğü duvar panoları bu fikrini desteklemiş; yine burdaki çalışmalarında öğrendiği Aztek ve Maya kültürü desenleri yeni dönem eserlerine de yansımıştır. Sehpa üzerine ve şömine etrafına yerleştirdiği özel tasarım panolar da yapmıştır. 1950'lerden 1970 lere kadar olan bu süreçte geçimini de yakın çevresi için ürettiği ev içi objelerden sağlamıştır.

1960'lar boyunca Bauhaus akımının da etkisiyle betonu renklendirmek ve sanatı kamusal alanda daha görünür kılmak için mimarlarla iş birliği yaptı. İstanbul ve Ankara'da çok sayıda sokak panosu üretti.

“Ve bir ev, bir insan yaşıyorsa; içiyle, dışıyla, ağacıyla, etrafıyla yaşıyor.”

1973'te taşındığı Arif Paşa Apartmanı'ndan dairesinin penceresinden gördüğü Surp Agop Vakfı sıra evleriyle yeni bir seramik evi serisi başlattı. İlk dönem seramik dizisi çalışmalarında daha ziyade kuş evleri yaparken bu seriyle birlikte sosyal yönü kuvvetle 'yaşayan evler' yapmıştır. “Evler” serisiyle 1986'da Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü'nü kazanan Füreya aynı yıl seramiği bıraktığını açıklar. Buna karşın 1990'da “Yürüyen İnsanlar” adıyla pişmiş toprak heykelcikleri serisini üretir. Bu seride, artık seksen yaşını geçmiş olan Füreya Koral'ın içinde bulunduğu toplumun yeni yapısına ve hızına ayak uyduramayışının hicvi gizlidir.

Füreya Koral'ın en sık kullandığı desen eller ve kuşlar; bazen de başı kuş gövdesi el mitolojik varlıklar olmuştur. Kapıları açan eller, çatısına kuşlar konmuş evler en çok göze çarpan motifleridir. Belki de bunun sebebi 'ada çocuğu' olarak büyümesidir. Anılarında, annesiyle her sene leyleklerin göç mevsiminde Hristos tepesinden adayı terk edişlerini büyük hayranlıkla izlediğini anlatır.

Ölümünden iki sene önce, 1995 yılında hem öğrencisi hem de arkadaşı Candeğer Furtun, Füreya'nın ellerinin kalıbını çıkarır ve onları bu heykelle ölmsüz kılar. Dokunduğu onca güzellikle zaten sonsuza koşan Füreya bu eserle de ölümsüzlüğe parmak basar. Elleriyle nefes alan kadın, ışığın daim olsun...

08.01.2017

Comments


You Might Also Like:
bottom of page