İNSAN SELİ / Aİ WEİWEİ
- Yağmur Çakan
- 26 Şub 2018
- 3 dakikada okunur
İNSAN SELİ
Aİ WEİWEİ
“Kan var bütün kelimelerin altında”
Tüyler ürperten bir deniz sonsuzluğu ve Nazım Hikmet'in dizeleriyle açılıyor film; şu an dörtlüğü tam olarak hatırlamasam da “Biz sadece hakkıyla yaşamak istedik.” diyor üstad. Filmin tek cümle-lik özeti de bu: İnsana, insan olduğu için değer vermeliyiz ve saygı duymalıyız. Dünya genelinde bir mültecinin evine geri dönmesi ortalama 26 yıl sürüyor! Onları sadece istatistikten ibaret görmek; sosyalizasyon programlarını ve iş imkanlarını kısıtlamak toplumun iki tarafı için de kısır döngüye sebep oluyor.
Film boyunca farklı coğrafyalara geçtiğimizde farklı şairlerin dizelerine denk geliyoruz. Burdan hareketle yazıyı düşünürken benim de aklıma Cemal Süreya'nın dizesi geldi: “Kan var bütün kelimelerin altında.” Bazen acı o kadar yoğundur ki anlatamazsın. Anlatsan da hafiflemez. Kan olur köpürür de su olup akmaz. “Kan var bütün toprakların altında” diyorum; en yoğun olarak bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında kendini hissettirse de mültecilik- Avustralya hariç- her kıtanın sorunu. Tam da sonlarına doğru “Her yeri anlattılar hani Amerika?” diye düşünürken film Amerika-Meksika sınırında bitiyor.

Film deyip duruyorum ama bu bir belgesel. Sinemanın gerçeğe açılan penceresidir belgesel. Çoğu kez tartışma konusudur: Neden sinema yaparız? Sadece kurmaca için mi? İçinde kurmaca yoksa bu yine de film mi? Belgeselin bir tür olarak gerekliliğini asla yadsımıyorum; ama bir filmin içinde olmadığımız da çok belli. Yönetmen hiç çekinmeden kamerayı, çekim yapılan anları ve dahası kendini gösterebiliyor. Çoğu sahnede kameranın önünde kendisi de telefonuyla çekim yapıyor. Belgesellerin sevdiğim tarafı hep bildiğimiz gerçekleri bize sinemasal imgelerle hatırlatması ve unutulmalarına engel olmasıdır. Üç yaşındaki Aylan Kurdi'nin cesedi kıyıya vurduğunda hepimiz üzüldük; ama o, binlerin içinde bir tanesiydi. Ai Weiwei sayının çokluğunu ve sanki hasır altı edilirmişçesine bu mevzuların nasıl toplumdan uzaklaştırıldığını anlatan çarpıcı bir final seçmiş. Bu belgesel özelinde de en sevdiğim nokta üst açı çekimleri oldu; bunlara çok fazla yer verilmişti; dünyaya bir de uzaklaşıp yukardan bakalım der gibiydi. Bu durum finalde daha da anlamlı oldu: “Dünyaya yaşamaya değer güzel bir yer; ama kötü insanlar var. Kötü insanları uzaya yollayalım!”
Derdi büyük olunca filmin süresi de uzun oluyor; yaklaşık 140 dakika süren belgeselde çarpıcı fotoğrafik anlar olsa bile seyirci için bir noktadan sonra odaklanmak zorlaşıyor. Özellikle 2015 tarihi itibariyle Avrupa'ya giren mülteci sayısındaki şiddetli artış- II.Dünya Savaşı'ndan beri görülen en büyük sayı- ve Avrupa'nın bu konudaki politikaları belgesel içinde daha fazla yer kaplıyor. Belki de sadece bu alana odaklanabilirdi. Birleşmiş Milletler'in 1951 yılında imzaladığı mülteci hakları hakkındaki sözleşme,Soğuk Savaş dönemine denk geldiği için daha çok Doğu Bloğu ülkelerinden gelenleri ve bireysel davaları kapsıyordu. Böyle kitlesel bir hareket karşısında çözüm üretmekte yetersiz kaldı. Türkiye'nin de imzaladığı bu anlaşmada Türkiye mülteci kabulü için coğrafi yön şartı koydu; buna göre batı ülkelerinden gelenler mülteci statüsü alabilirken doğudan gelenler sadece 'geçici sığınma hakkı' alabilmekte. Şu an hala bu sözleşme geçerli ve ülkemizdeki Suriyeliler 'geçici sığınmacı' statüsünde bulunmaktadır.

“Avrupa öldü, yaşasın yeni Avrupa!”
2015 yılı tüm Avrupa için kırılma noktası oldu. Angela Merkel “Başarabiliriz” diyerek mültecileri Almanya'ya davet etti. Bu umutlarla Yunanistan'a çıkan mülteciler Makedonya'nın sınırları kapatmasıyla Idomeni'de mahsur kaldı. Makedonya'yı Macaristan,Hırvatistan,Sırbistan takip etti. Yıllar sonra Avrupa tarihinde ilk defa sınırlar tel örgülerle çiziliyordu. Avrupa bir karar vermeliydi: ya mültecileri reddederek hoşgörüsüz bir coğrafya olduklarını tüm dünyaya gösterecekler ya da kabul edip kendi hayatlarından ödün vereceklerdi. 'Ne şiş yansın ne kebap' misali Avrupa yine iki yüzlü bir politika tercih etti: mültecileri kendi sınırlarında tutması için Türkiye'ye 6 milyar euro para yardımı ve vizesiz seyahat sözü verdi. Türkiye'de 2015 itibariyle 3 milyon Suriyeli mülteciyle en büyük göçmen dalgasını yaşayan ülke oldu. Yunanistan-Idomeni'de bekleyen mülteciler tutuklana-rak, şiddet ve zorla sınır dışı edildi. Almanya'ya ulaşan mülteciler için de çok iç açıcı bir son olmadığını görüyoruz. Hava alanı içindeki hangarlara kurulan çadır kentlerde daha steril bir yaşam imkanı olsa da özünde mülteciler, insan olduklarını hatırlatan sosyal imaknlardan yine de mahrum kalıyorlar.
Belgeselin en ilgi çekici noktalarından biri de Filistin çekimleriydi. İsrailli bir öğretim görevlisi bu yapılanın 'adaletsizlik' olduğunu dile getirmekten korkmuyor; keşke hepimiz bu kadar cesur olabil-sek! Gazze'nin etrafına örülü duvarlarla dünyaya gelen ve büyüyen bir jenerasyon var: iki tarafın çocukları da birbirlerini tanımıyorlar, müthiş önyargılarla büyüyorlar. Bunun sosyolojik sonuçlarını düşünmek bile ne kadar korkunç; çocuklara şiddet ve intikam dışında vaad edilen bir gelecek yok! Duvarların ardında doğan çocukların yarısı okul yüzü görmeden büyüyor.
Afrika'daki göçlerin nedeni siyasi sebeplerden çok daha korkunç: iklim değişikliği! Birbirimizi yediğimiz yetmiyormuş gibi biricik gezegenimizi de yiyoruz,tüketiyoruz ve hep birlikte tükeniyo-ruz. Bu dünya hepimizin; birbirimize ve O'na 'insana yakışır şekilde' sahip çıkmalıyız. Bir tohum ekin; nasıl büyüdüğünü izleyin. Bir insanı sevin; nasıl değiştiğini izleyin!
“Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey”
Sait Faik Abasıyanık
26.02.2018
Comments