top of page
Ara

MUTLU MOSKOVA

  • Yağmur Çakan
  • 22 May 2019
  • 2 dakikada okunur

MUTLU MOSKOVA / ANDREY PLATONOV

İlk gençliğin o en ateşli zamanlarında siyasete ilgi duymayan yoktur. Ya fanatik sağcısın ya fanatik solcu. Ben solcu olmaya meyilli taraftandım; lakin sütten ağzı yananların evlatları olduğumuz için bizim kuşak fazlasıyla apolitik yetiştirildi.Siyasete özellikle de sosyalizm düşüncesine ilgi duymama rağmen savunucusu olmadım. 'Yarin yanağından gayri, her şeyde ortak olmak...' diye anlatıyor sosyalizmi üstad Nazım Hikmet. Uzun zamanlar ben de buna inandım; insanlık için ' artı değer'i yok eden, her şeyi 'eşit' bölüştüren bu sistemin en ideali olduğunu düşündüm. Teori ve pratik arasındaki farkın çarpıcılığını 'Bay Jones' filmi sayesinden anlatım. Stalin'in sadece Moskova'nın refahını düşünen, Ukrayna'da neredeyse bir soykırıma sebep olan 'kıtlık' politikasını ben bu film sayesinde öğrendim. George Orwell'in dediği gibi: “Bütün hayvanlar eşittir; bazıları daha eşittir.” Bu kural hiçbir zaman değişmiyor.

1899 doğumlu yazar Andrey Platonov, 1951'deki ölümüne kadar bir devrim ve iki dünya savaşına şahit oluyor. 1917 Ekim Devrimi'nde henüz bir çocuk olan Moskova'nın devrim akşamına ait karanlık bir anısıyla başlıyor roman. Moskova'nın ailesi yok; gerçek ismini hatırlamıyor ve kendine Moskova Çeştnova adını veriyor. Kitapta sırasıyla onu 'büyüten' erkekleri görüyoruz.

1930'larda yazılan bu roman ancak 1991'de basılabiliyor. Bence sebebi Moskova'nın o günkü şartlara göre cüretkar bir hayat yaşaması; çünkü Moskova 'yarin yanağını' da sosyalizme ortak ediyor. Çok eşli ilişkiler yaşıyor; evlilik bağı olmadan başka adamların evinde kalıyor. Ve güçlü de bir kadın; metro inşaatında çalışıyor. Hükümetin hayatın her alanında 'görmek istediği' ama görmekten de içten içe korktuğu bir kadın Moskova: güçlü ve yalnız.

Kitap en başından beri biraz dağınık geldi bana; belki çevirisinden belki de benim zihnimden, uyum sağlamada zorluk yaşadım. Moskova'nın Stalin dönemi ideallerinden uzak çok insanca bir zaafı var: bağlanma korkusu. Moskova'nın bu korkusu romanın dil yapısına da sinmiş, karakterden karaktere atlaması da hikayenn bütününe egemen olmanızı zorlaştırıyor. Bir insan, kurtuluşu başka bir insanda arıyor:

“Sevse miydi onu sevmese miydi? Genel olarak güzeldi ve kimsenin değildi ama bu kadına bağlılığını sığdırabilmesi için vücudundan ve yüreğinden kaç düşünce ve duyguyu kovalaması gerekecekti? Hem zaten Moskova Çestnova ona sadık kalmaz ve hayatın olanca gürültüsünü bir tek insanın fısıltısına asla değişmezdi.”

Kendi algımda kitaba başlarken, bir kadını anlattığı için, kadının ağzından dinleyecekmiş gibi başladım. Genellikle Tanrı bakış açısından ya da Moskova'nın hayatındaki erkeklerin gözünden gördük Moskova'yı. Yazarın erkek olması ve insanın önce tanıdığı bakış açısına sığınmasıyla ilgili bir durum olabilir bu. Bakış açısı final için önemli; 'Bitti mi şimdi, Moskova'ya ne oldu peki?' dediğiniz bir son bekliyor sizi.

“Çünkü insan henüz kesintisiz mutlu olma cesaretine tam olarak erişmiş değildi, öğreniyordu.”

Yazık ki çoğu zaman mutluluğu hak etmediğimizi düşünüyoruz. Buna hakkımız var; sonuna kadar ve bunu ancak kitaplardan öğrenebiliriz. İyi ki kitaplar var...

22.05.2019

Yağmur Çakan

Comments


You Might Also Like:
bottom of page